“Hicret”
kelimesi, hecere –yehcürü -hecren kökünden türemektedir. El-Hecr ise; lugatte,
ulaşmak-kavuşmanın zıddı olarak ayrılık, ayrılmak, iftira ve yüz çevirmek, terk
etmek, ilgisini kesmek manalarına gelir. Hicret kelimesi ise, kişinin herhangi
bir şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması demektir. Bir yerin
terk edilerek başka bir yere göç edilmesi anlamında
kullanılır.
İslami manada Hicret; Allah ve Resulü yolunda, nefsin
bütün arzularından feragatin ifadesi olmaktadır. Bir müminin fitne ve küfür
beldesinden, dini akide ve amellerine izin verilmemesi sebebiyle, dini yönden
emin olabileceği bir yere göçmesidir. Nefsin tamah ettiği, bağlandığı, vatan,
yurt, aile, mal, dünya nimetleri ve hatıralarından vazgeçerek, Allah’ın rızasını
kazanmak için Allah’ın emirlerini tercih etmek demektir. [1]
Hicret; terim olarak genelde gayri müslim ülkeden
(darul-harp), İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise, Hz. Peygamber (SAV)’in ve
Mekkeli Müslümanların Mekke’den Medine’ye göç etmesini ifade eder. Medine’ye göç
eden Müslümanlara “Muhacir”, Hz. Peygamber ve muhacirlere yardım eden
Medineli Müslümanlara da “Ensar” denilir.
Peygamber (SAV) Efendimiz, Muhacirler hakkında şöyle
buyurmaktadır:
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları
terk eden kimsedir”.[2]
“El-Hecr”
kökünden türemiş muhtelif kelimeler Kur’an-i Kerim’de otuz bir yerde
geçmektedir. Bunlar kullanılışlarına göre, “Kur’an-i terk
etmek”[3], “bir kişiden
veya gruptan ayırmak”[4],
“kötü şeyleri terk etmek”[5] ve terim anlamına uygun olarak
“Allah uğrunda başka bir yere göç etmek” anlamlarına
gelmektedir. “Hicret eden kimse” karşılığında da muhacir ve çoğul olarak
muhacirin, muhacirat kelimeleri kullanılmakta, bu ayetlerin çoğunda da Mekke’den
Medine’ye göç eden Müslümanlar kastedilmektedir.[6]
Hicret konusunu iki ana başlıkta işlemeğe çalışacağız.
Bunlar:
1-
Müslümanların Hicreti
2-
Peygamber (sav) Efendimizin Hicreti.
1- MÜSLÜMANLARIN
HİCRETİ
“O küfredenler, Peygamberlerine şöyle dediler:
“Elbette ve elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız yahut mutlak ve mutlak
dinimize döneceksiniz”. Bunun üzerine Rableri kendilerine (o peygamberlerine):
“O zalimleri muhakkak helak edeceğiz” diye vahiy etti. Ve onlardan sonra sizi
behemehâl, o yurda yerleştireceğiz. İşte bu (mükâfatım), benim makamımdan
korkanlara, benim tehdidimden korkanlara hastır”[7].
“Hicret eden kimselerin iman etmiş olması, Allah
rızasını talep için, sevdiği şeylerden uzaklaşması, hicret ettikten sonra dahi
canları ve malları ile cihat edip, zorluklara göğüs germesi gerekmektedir.
Hicret; yurtlarından çıkarılma, işkence, hakaret, ziyana uğramak gibi şartlar
tahakkuk ettiği takdirde olmalıdır. Genellikle Hicret, kişinin itikat ve ameline
mani olunuyorsa ve bunu gücü ile izale edemiyorsa, vacip olur”[8]
“Ey inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk
edin. (Eğer bir şehirde bana kulluk etmeniz mümkün değilse, bana rahatça kulluk
edeceğiniz başka bir şehre göçün)”[9].
Bu ayet, Mekke’de dinlerini hayata geçirme imkânından
yosun bırakılan, işkence, zulüm ve baskılara maruz kalan Müslümanlar hakkında
inmiş ve onların dinlerini hayata geçirebilecekleri yere (Medine’ye) hicret
edebilecekleri vurgulanmıştır. Ayette herhangi bir yerde dinlerini güzelce
yaşama imkânından yoksun bırakılan Müslümanların inançlarının gereğini yerine
getirebilecekleri ortamlara hicret edebilecekleri mesajı ve ruhsatı
verilmektedir.[10]
Kur’an-i Kerim’de, Mekke’den Medine’ye Hicret eden
Müslümanlardan bahseden ayet-i kerimeler pek çoktur. Bunlardan birkaç tanesi
mealen şöyledir:
“Onlar (o müminlerdir ki) haksız yere ve ancak
“Rabbimiz Allah’tır” diyorlar diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah bazı
insanları(n şerrini diğer) bazısı ile def etmeseydi, içlerinde Allah’ın adı çok
anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yıkılıp giderdi.
(Dinine) yardım edenlere elbet Allah da yardım eder…”[11].
Hak Teâlâ, müminler hakkındaki bu va’dini yerine
getirmiş, Muhacirleri ve Ensarı, Arap müşriklerine, Rum kayserlerine, Acem
kısralarına galip getirmiş, İslam orduları, düşmanlarını mağlup ederek onların
ülkelerine sahip olmuşlardır[12].
“Nihayet Rableri onlar(ın duaların)a (şöyle) icabet
etti: “İçinizden gerek erkek, gerek kadın –ki kiminiz kiminizden (hâsıl)
olmadır- (hayırlı) bir iş yapanın amelini ben elbette boşa çıkarmayacağım. İşte
hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye,
hakarete, ziyana uğrayanların, muhabere edenlerin ve öldürülenlerin de, andolsun
suçlarını örteceğim ve andolsun Allah canibinden bir mükâfat olmak üzere, onları
altından ırmaklar akan cennetlere de sokacağım…”[13].
Rivayete göre Ümmi Seleme validemiz demiş ki:
“Ya Resulellah! Kadınlar da hicret ettikleri halde, Hicret hakkında
Kur’an’da daima erkekler zikrediliyor, kadınlar zikredilmiyor.” Bunun
üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu.[14]
Peygamber (sav) Efendimizin, Hicret eden Müslümanlar
için şöyle dua ettiğini görüyoruz: “ Allah’ım! Ashabımın hicretini kararlı
kıl. Onları topukları üzerine tekrar geriye döndürme!.”[15]
“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde gidecek,
barınacak birçok yer bulur, genişlik de bulur. Kim evinden, Allah’a ve Onun
Peygamberine muhacir olarak çıkıp da sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki
onun mükâfatı Allah’a düşmüştür…”.[16]
Rivayete göre, Hicret hakkındaki ayetler nazil olunca
bunları Mekke’de ikamet eden ve pek ihtiyar ve hasta bulunan Cündüb b. Damre
adındaki bir Müslüman duymuş, “Ben zayıf bir kimse değilim, yolumu tayin edip
gidebilirim, artık bir gece bile Mekke’de duramam, beni yolcu ediniz” diye
yemin eylemiş ve bir binekle Medine tarafına yola çıkmış. Fakat bu zat yolda
iken kendisine ölüm alametleri görünmeye başlamış. Bunun üzerine sağ elini sol
eline koymuş, “Allah’ım, şu senin, şu da Resulün içindir. Resulün sana ne ile
biat ettiyse ben de öyle biat ediyorum” demiş ve buna müteakip Tenim denilen
yerde vefat eylemiştir. Hadiseyi Ashap işitince, “Medine’ye kadar gelmiş
olsaydı ecir ve mükâfatı daha fazla olurdu” demişler, Müşrikler de
gülümsemişlerdi. Bunun üzerine yukarıda ki Nisan 100. ayeti kerimesi nazil
oldu.[17]
Resul-i Ekrem’e ve onun ashabına Mekke ahalisi zulüm
etmişlerdi. Ashabın, bir kısmı evvela Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret
etmişlerdi. Bir kısmı da yalnız Medine’ye hicret etmiş, bir kısmı da Mekke’den
hicret edemeyip müşriklerin ezalarına maruz kalmışlardı. Bilal, Süheyb ve Ammar
(ra) gibi zatlar bu cümledendir.[18]
Onlar hakkında Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Zulme uğratıldıklarından sonra Allah yolunda hicret
edenleri biz dünyada elbet güzel bir surette yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise
herhalde büyüktür…” (o muhacirler hak yolunda ) sabır ve sebat edenler ve ancak
Rablerine güvenip dayanmakta olanlardır”.[19]
“İman edip hicret edenler, Allah yolunda bulunanlar,
canları ile (mallarıyla) cihatta bulunanlar, (muhacirleri) barındırıp yardım
edenler (yok mu?), işte onlar birbirinin (mirasta) velileridir. İman getirip de
hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey
ile velayetiniz yoktur. (bununla beraber) eğer onlar din hususunda sizden yardım
isterlerse yardım etmek üstünüze borçtur. Şu kadar ki sizinle aralarında muahede
bulunan bir kavmin aleyhine değil…”.[20]
Hicretten hemen sonra Peygamber (sav) Efendimiz Ensar
ile Muhacirleri bir araya getirerek her Muhacir için Ensardan bir kardeş tayin
etmişti. Tam 186 ailenin kardeş ilan edildi bu uygulama sadece şekilde kalmamış,
Muhacirlerle Ensar kan bağından öte bir bağlılıkla birbirlerine bağlanmışlardı.
Hatta mirasla ilgili ayetler gelinceye kadar bu kardeşler birbirlerine varis
dahi oluyorlardı.[21]
Bu ayet-i kerimede beyan buyrulduğu üzere; Muhacirler
ile Ensar birbirlerinin velileridirler. Bir kısmının diğerine velayeti vardır.
Birbirine varis olurlardı. Hicret etmemiş olup henüz Mekke müşriklerinin yanında
bulunan müminler ise hicret edinceye kadar muhacirlerle aralarında velayet hakkı
yoktur.[22]
Daha sonra gelen ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
“Henüz iman edip de hicret ve sizinle beraber cihad
edenler(e gelince); Onlar da sizinledir. Hısımlar Allah’ın kitabında
birbirlerine daha yakındırlar. Allah her şeyi hakkıyla bilendir”.[23]
Peygamber (sav) Efendimiz de Ensar’a gereken değeri ve
önemi vermiş ve bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Eğer hicret şerefi
olmasaydı ben muhakkak ensardan bir fert olmak isterdim”.[24]
Mekke’nin fethinden evvel kâfirlerin arasında kalmış
olan Müslümanların hicret etmeleri icap ediyordu. Bunlar hicret etmedikçe dar-i
islam’da bulunan yakınlarına varis olamıyorlardı. Mekke’nin fethinden sonra,
Müslümanlar çoğalıp kuvvet buldukları için bu hüküm kaldırılmıştır.[25] Muhacirler ile Ensar arasında din
kardeşliği üzerine cereyan eden tevarüs, bu ayetten sonra cari olmayarak,
müminler arasındaki miras, akrabaya ait olmuştur. Birinci hicret ile sonraki
hicretler arasındaki yegâne fark budur. İkinci hicret, Bedir’den sonra veya bu
ayetten sonradır diyenler olmuş ise de, sahih olanı Hudeybiye’den sonradır.[26]
“… Akraba da Allah’ın kitabında birbirine diğer
müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Şu kadar ki dostlarınız için
herhangi bir iyilikte bulunmanız müstesna…”.[27]
Peygamber (sav) hicret hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey
vardır. Kimin hicreti (niyet ve kast olarak) Allah’a ve Resulüne ise, onun
hicreti (hükmen ve şer’an) Allah’a ve Resulüne müntehi olur. Kimin de hicreti
elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına ma’tuf ise, onun hicreti
de gerçekten kastettiği şeye olur”.[28]
Bu hadisin vuruduna sebep olarak, şerhlerde şu hadise
nakledilmektedir: “ Ashabın Mekke’den Medine’ye hicret ettiği sıralarda,
aralarında Ummi Kays isminde bir kadınla evlenebilmek için hicrete katılan bir
kişi de vardı. Çünkü bu kadın, kendisiyle evlenmek isteyen adama Medine’ye
hicret etmesini şart koşmuş, adam da kadınla evlenebilmek için Medine’ye hicret
etmişti. Kendisine bu yüzden “Muhaciru Ummi Kays“ lakabı
takılmıştı. Resulullah (sav) Efendimiz, Allah ve Resulü için yapılan hicretle,
başka maksat ve niyetler için yapılan hicretin eş değerde olamayacağını bu
hadisleriyle beyan buyurmuşlardır.[29]
Acaba Hz. Peygamber ve ona inananlar, daha iyi hayat
şartlarına sahip olmak ve daha iyi yaşamak için mi hicret etmişlerdir. Yoksa
hayatları müşrikler tarafından tehdit edildiği için mi canlarını kurtarmak
maksadıyla Mekke’den Medine’ye kaçıp gitmişlerdir. Bazı kimselerde, Hz.
Peygamber ve ashabının, vücutlarını işkenceden, canlarını ölümden kurtarmak
maksadıyla hicret ettikleri zannı uyanmıştır. Bu iftira derecesine varan yanlış
bir zandır. Çünkü Hz. Peygamber ve ashabı, ne daha iyi hayat yaşamak için, ne de
nefislerini ölümden kurtarmak için hicret etmişlerdir. Onların hicreti Allah’a
dır; Allah içindir; İslam dinini bütün dinlere hakim kılarak Allah ismini
yüceltmek içindir.[30]
Rivayete göre, Mekke’den Medine’ye hicret eden son
sahabi Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’dır. Hz. Abbas, Bedir’den sonra hicret
için izin istediyse de, Peygamberimiz: “Yerinde dur. Allah nübüvveti benim
hatmettiği gibi hicreti de seninle hatmedecektir.” diye cevap vermişti.
Onun, Kureyşin ahbar ve ahvalini Peygamber (sav)’e bildirmek için Mekke’de
kaldığı söylenmektedir. Resûlullah’ın Mekke’nin fethi için ashabı ile hareket
ettiğinden haberdar olmayan Hz. Abbas, hicret niyetiyle Mekke’yi terk ederek
Medine’ye yönelmişti. Ebva köyünde İslam ordusu ile karşılaşmış ve onlarla
beraber Mekke’nin fethine katılmıştı.[31]
İbn-i Abbas (RA)’dan Resûlullah (SAV)’in Mekke’nin
fethi günü irad ettiği bir hutbesinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Mekke’nin fethinden sonra artık hicret yoktur. Bundan sonra Mekke’den
yalnız cihad kastıyla ve tahsil-i fezail niyetiyle çıkılabilir. Devlet
tarafından cihada davet olunduğunuzda hemen icabet ediniz…”.[32]
Hicretin kıyamete kadar devam edeceği hususunda
rivayetlerde mevcuttur. Hz.Muaviye (ra), Peygamber (sav) Efendimizin şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor:
“Tövbe sona ermedikçe hicret de sona ermez.
Güneş batıdan doğuncaya kadar da tövbe son bulmaz”.[33]
Bu konuda şu rivayete de rastlıyoruz.
“Kâfirlerle savaş devam ettikçe hicret sona ermez, devam eder”.[34]
Allah yolunda hicret eden mü’minlerin mükâfatlarından
bahseden ayetler pek çoktur. Bunlardan, Bakara 218, Enfal 26, 28, 72, 74,
75, Hacc 58, 59, Tevbe 20, Nahl 40, 41, 91, 105, 110…
zikredilebilir.
İslam âlimleri, İslamiyet güç kazanana kadar
Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicret etmesinin farz, daha sonra Medine’den
ayrılmanın da haram olduğu görüşüne varmışlardır. Müslümanların Medine’ye
hicretlerinin farz oluşu Mekke’nin fethine kadar devam etmiştir.
“Fetih’ten sonra hicret yoktur”.[35]
Resul-i Ekrem (sav) kendisine iman ve biat etmek için
gelen kişilerden biat şartı olarak hicret etmelerini istiyordu. Bu bize hicretin
zorunlu olduğunu gösteriyor.[36]
Müslüman olduğu halde hicret etmeyenler, Mekke’de
inkârcı müşriklerle oturanlar için, Kur’an-i Kerim’de şöyle
buyruluyor:
“Öz nefislerinin zalimleri olarak canlarını
alacağı kimselere melekler derler ki: “Ne işte idiniz?”. Onlar: “Biz yeryüzünde
(dinin emirlerini tatbikten) aciz (kimse)ler idik” derler. Melekler de:
“Allah’ın arzı (yeryüzü) geniş değil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya”
derler. İşte onlar (böyle). Onların barınakları cehennemdir. O ne kötü
yerdir.”[37]
Bu (nefislerinin zalimleri) nden murat, bir rivayete
göre; Bunlar Mekke’de kalıp, bir mani bulunmadığı halde Müslümanlarla birlikte
Medine’ye hicret etmeyen Müslümanlardır. Bunlar altı kişi idiler. Bunlar
müşriklerle beraber Bedir savaşına katılmış ve Allah Resulüne karşı müşriklerin
çok görünmesine sebep oluyorlardı. Hepsi de Bedir savaşında öldürülen müşrikler
arasında onlar da öldürüldü. Hicret etmeğe gücü yettiği halde hicret etmeyip
müşriklerin arasında kalanlar “melekler kendilerine yazık edenlerin canlarını
aldıkları zaman” ayeti nazil olmuştur. Hicret etmedikleri için nefislerine zülüm
etmiş ve haramı işlemiş oludular. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kim müşriklerle birleşir ve onlarla birlikte oturursa onlar
gibidirler”.[38]
Diğer bir rivayete göre bunlar, Müslümanlara karşı
iman izhar ettikleri halde kendi kavimleri arasında onlara karşı küfürlerini
izhar edip Medine’ye hicret etmeyen münafıklardır.[39] Bunların hakkında Yüce Allah şöyle
buyuruyor:
“Onlar, kendilerinin küfrettikleri gibi sizin de
küfredip onlarla beraber olmanızı arzu ederler. O halde, onlar Allah yolunda
hicret edinceye kadar içlerinden dostlar edinmeyin. Eğer (aldırış etmeyip) yüz
çevirirlerse onları nerede bulursanız yakalayıp, tutun, onları öldürün. Onlardan
ne bir dost ne de bir yardımcı edinmeyin.”[40]
Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de uygulanan baskı, zulüm ve
işkencelere karşılık yurtlarını terk etme zorunda kalanlara yalnızca ahret
sevabı değil, dünya rahatlığı ve güvenliği bahşetmiştir. Muhacirlere bu yüzden
sağlam garantiyi, yani yurtlarından ayrılanların yurtsuz kalmayacakları vaadini
Yüce Allah şöyle beyan buyurmaktadır: “Zulme uğradıktan sonra Allah
yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde
yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.”[41] Ayrıca: “(Bundan) sonra
(şunu bilin ki) senin Rabbin işkencelere uğratıldıklarından sonra (yurtlarından)
hicret edenlerin, (bundan) sonra da (durmayıp) savaşların, göğüs gerenlerin
lehinedir şüphesiz. Hakikat, senin Rabbin bunların da cidden çok yarlıgayıcıdır,
onlar asla haksızlığa uğratılmayacaklardır.”[42]
Onların, güzel bir rızık ile rızıklandırılacağı da
şöyle bildirilmektedir:
“Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya
ölmüş olanlar (a gelince) Allah onları muhakkak güzel bir rızık ile
rızıklandıracaktır. Çünkü rızık verenlerin en hayırlısı muhakkak ki Allah’tır,
bizzat kendisidir. O, her halde bunları hoşnut olacakları bir yere
sokacaktır…”.[43]
Kur’an-ı Kerim’de, savaşta elde edilen ganimetlerin
dağıtılacağı kimseler sayılırken: “…(bilhassa o feyiz) hicret eden
fakirlere aittir ki onlar Allah’tan bir fazl(-u inayet) ve hoşnutluk ararlar ve
Allah’a ve Peygamberine (mallarıyla, canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından
(mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte onlar sadıkların ta
kendileridir.”[44]
Buyruluyor.
Allah yolunda hicret eden Muhacirler, durumları ve
tutumları ne olursa olsun yardıma hak kazanan kimselerdir. Kendilerine kusur
görülenler bu yardımın dışında tutulamazlar. Kur’an-ı Kerim bu duruma dikkat
çekerek, yardım edileceklere (muhacirlere) yardımı kesmek için yemin edenleri
uyarıp, onların kusurlarının bağışlanmasını, fazilet sahibi kişilerden
istemiştir.[45]
Hicret farizasından müstesna olanlar
şunlardır:
“Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaaf ve acz
içinde bırakılıp da hiçbir çareye gücü yetmeyen ve (hicrete) bir yol
bulamayanlar müstesna. İşte onlar (böylece) Allah’ın onları affedeceğini
umabilir(ler). Allah çok affedici ve yargılayıcıdır.”[46]
Müslümanlar hicretten hemen sonra Medine’de bir devlet
kurdular. Devletin hâkimiyet alanını meydana getiren bir ülkeye sahip oldular.
Daru’l-islam; Daru’l-hicre; Daru’l-muhacirin diye adlandırılan Medine bu İslam
devletinin merkezi oldu.[47]
Birçok ayette hicret, cihat ile birlikte anılmıştır.
Bu da bize hicretin önemini anlatmaktadır.[48] Bu ayetlerde ve diğer bazı yerlerde[49] Allah yolunda hicretin önem ve faziletine
işaret edilmiş, kişinin hayatını ve inancını korumak için vatanını terk ederek
başka bir yere göçmesi sebebiyle karşılaştığı zorluklara katlanması bakımından
da İslama bağlılığın göstergesi sayılmıştır.[50] Bak. Haşr su
59/8-9.
Ashabın fazileti ile ilgili olarak yapılan tasniflerde
muhacirler de kendi aralarında ayırıma tabi tutulmuş, önce hicret edenler sonra
hicret edenlerden üstün sayılmıştır.[51]
KemalettinAKSOY
Bayburt İl Müftüsü
…Devam edecek (
Peygamberimiz (sav) in Hicreti)
Hicri yeni yılınızı tebrik eder, hayırlar getirmesini
dilerim...
[1]
İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-i Kerim’de Hicret, Hakses, Hicret özel sayısı.
177-178.
[2]Buhari, İman 4; Ebu Davut, Cihat 4, Vitir
1.
[4]en-Nisa 4/34; Meryem 19/46; el-Müzemmil
73/10.
[6]
İslam Ansiklopedisi, Hicret maddesi. 17 / 458.
[8]İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim’de Hicret,
Hakses, 177,178.
[10]D.İş. Bşk. Meali. S.
402.
[12]Ö. Nasuhi Bilmen, K.K.Türkçe Meali
Alisi.V.2230
[13]Al-i İmran su. 3/195.
[14]Ö. Nasuhi Bilmen a.g.e.
V.2230.
[17]Ö. Nasuhi Bilmen. K.K. Türkçe Meali Alisi
ve Tefsiri, 2, 653.
[18]Ö. Nasuhi Bilmen. K.K. Türkçe Meali Alisi
ve Tefsiri, 2, 653.
[21]İslam Ans. Hicret
maddesi.
[22]Hamdi Yazır, Hak Dini, III,
2437.
[24]Müslim, Zekat 139. Müsned II.
315.
[25]Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e. III,
1222.
[26]Hamdi Yazır, Hak Dini, III,
2439.
[28] Buhari, Kitabu’l İman, İtk, Hicret, Nikah;
Müslim, cihat; Ebu Davut, Talak; Tirmizi, Hudud; Nesai,İman;
mevcuttur.
[29]Talat Koçyiğit, Hakses, Hicret özel sayısı.
177-178.
[30]Talat Koçyiğit .a.g.e.
makale.
[31]Ahmet Naim, Tecrid-i Sarih, II,
361-362.
[32]Tecrid-i Sarih t-Ter., VI,
213.
[33]Darimi, Siyer 70; İbni Kayyım, Zadu’l Mead
15.
[35]Tirmizi. Siyer.33; Darimi,Siyer 69; Cessas
III,75; Serahsi X.6.
[36]Buhari, Megazi 53; Müslim, Birr
6.
[39]Ö.Nasuhi Bilmen, a.g.e.,
II,651.
[45]Bu hususta bakınız, Nur suresi, 22.
Ayet.
[47]İbn Mace, Cihad 38; Ebu Davut, Cihad, 90;
Hakim,III.4-5.
[48]Bakara 218; Enfal 72, 74, 75, Tevbe 20;
Nahl 20.
[49] Al-i İmran su.3 /195; Nahl su.16./41; Hac
su.2258.
[50] İslam Ansiklopedisi, Hicret Maddesi.17 /
463.
[51] Bağdadi, s.299-303; Suyuti, tedribü’r
ravi,s.407.