06.04.2015

BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Tarih öncesinden beri insanlar beraber yaşamak zorundadırlar. Bu zorunluluk dayanışmayı, yardımlaşmayı, inançlara saygı duymayı, başkasına karşı hoşgörülü olmayı gerektirir.. İnsanoğlu bütün ihtiyaçlarını, bütün meselelerini tek başına halledemez. Diğer insanlarla iletişim kurmak, alışveriş ve işbirliği yapmak zorundadır.

            Bugün sadece ülkemiz değil bütün dünya iki büyük problem ile karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi, insanlığın geleceğini tehdit eden açlık, fakirlik, işsizlik, fırsat eşitsizliği, ahlaki çöküntü, inançsızlık, zulüm, yetersiz sağlık sorunları, eğitim ve hukuk alanındaki sorunlar, baskıcı yönetimler, tarihi ve kültürel değerlerin yok edilmesi ve benzeri problemler.. En az bunlar kadar önemli olan ve bunlarla yakından ilişkili olan başka bir problem ise insanlar arasındaki diyalog, hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklılıklarına karşı tahammülsüzlük ve farklı inanç ve kültürle barış içinde bir arada yaşama konusunda yaşanan problemler.

Herkesin fikirlerini ifade etmesine imkân sağlamak birlikte yaşamanın temel şartıdır. Ailede, okulda, mahallede, arkadaşlar arsında ve her toplumda, birlikte yaşama açısından farklılıklara saygı, başkalarının fikirlerini ifade etmelerine fırsat tanıma, diyalog ve etkili iletişimin önemli rolü vardır. Eğitim de karşılıklı ön yargıların törpülenmesine katkı yapar.

 İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri sürece birlikte yaşama çabalarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması mümkün olmaz. Birlikte yaşamanın sağlıklı olabilmesi için kültürel alanda kişilerin kendi dilleri, dinleri, kendi kültürleri ile toplumda var olmalarının önündeki çok yönlü engellerin kaldırılması, her alanda ayrımcılığa son verilmesi gerekir.

            Hepimizin bildiği gibi Kur’an farklılıkların doğallığını kabul eder ve hatta dillerin ve renklerin farklı olmasının Allah’ın varlığının delillerinden olduğunu ifade eder:  “O’nun kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”  (Rum 30/22)

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de  “Rabbin dileseydi insanları elbette tek bir ümmet yapardı.” (Hûd su.118) buyurularak insanların farklılıklarının ilahi hikmetin ve sınavın bir parçası olduğu vurgulanmaktadır.
            Hucûrât suresinin 13. ayeti de bize bu konuda çok önemli bir ölçüt getirmektedir:                     “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”    Hucûrât su, 49/13.

 İnsanlar farklı dil, din, cins, ırk, kabile, sosyal ve kültürel gruplar halinde yaşarlar. İçinde yaşadığımız coğrafya, önceki nesillerden devraldığımız kültür ve gelenek, mensubu olduğumuz inanç ve görüşler de bizim varlık ve kimlik dünyamızın adeta ayrılmaz parçalarıdır. İnsanlar bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayrıca her biri kendi farklılığını, özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar. Ancak bu ayet, farklı yaratılmanın ‘kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma’ fonksiyon ve hikmetini onaylarken; farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük vesilesi olarak kullanılmasını reddeder. İnsanın şeref ve değerini, kendi iradesi ile elde etmediği aidiyetlere değil; kendi irade ve çabasıyla elde ettiği değerlere bağlar.
            İnsanların farklılıkları hakkında Kur’an’ın çizdiği bu çerçeveden sonra ifade edilmelidir ki, insanların birlikte yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir ve bu aynı zamanda psikolojik olduğu kadar, sosyal ve iktisadî bir gereklilikten de kaynaklanmaktadır. Fertlerin huzur ve güven ortamında bir arada yaşayabilmesinin ön şartı da bireyler arasındaki sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik bilincinin oluşmasıdır.

Toplumda birlikte yaşama bilincinin oluşabilmesi için, öncelikle fertlerin birbirlerine karşı iyi niyet ve samimiyet taşıması, insan olarak birbirine saygı duyması, bencillik ve bireysel çıkarcılığın insanı yiyip bitiren girdabından kurtulup paylaşmanın manevi hazzına ermesi gerekir. Bireylerin, görev ve sorumluluklarını yerine getirmede ihmalkâr ve sorumsuz davranışlar sergilemesi halinde, sonuç hem toplum hem de fert için acı olmaktadır.

 Bir toplumda sorumluluğun yerini, sorumsuzluk, vicdanın yerini acımasızlık, diğerkâmlığın yerini bencillik, paylaşmanın ve dayanışmanın yerini cimrilik ve vurdumduymazlık alırsa, kişilerin en yakınlarına dahi itimat edemeyeceği derecede güven bunalımı yaşanırsa, orada toplumsal yapı çöküntüye uğramış demektir.  (Prof. Dr. Ali Bardakoğlu)

            Hoşgörü, değişik özelliklere sahip insanların bir arada, birbirlerinin farklılıklarına saygı duyarak barış ve kardeşlik içerisinde yaşama becerisi kazanmalarına katkıda bulunur.

            Hoşgörü kültürü, insanın kendi inancını yaşamasını ve başkalarının da kendine ait inançlarını yaşamasını kabul etmeyi gerektirir.   “Hoş gör ki, hoş görülesin”   İbn Hanbel, I.249.

Çocuklar çiçektir, çiçek solmasın. Analar melektir, hiç ağlamasın.

Dilerim savaşlar artık olmasın. Dünyada barış kardeşlik olsun.

El ele verelim, birlik olalım, Dünyada birlik kardeşlik olsun.

Zulüme birlikte karşı koyalım. Dünyada birlik kardeşlik olsun.

Gönlümüze dolsun aşk ile sevgi, Bulunmaz insanın dünyada dengi.

Kendi nefsimizle yapalım cengi. Dünyada barış kardeşlik olsun.

Milletler arasında birlikte yaşama ve işbirliği bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir konudur. İlgili ayet-i kerimelerden birinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

           
"Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever." Mümtehine,su.8.

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez Müslim, Fedail, 66.
           

Ne ezen olsun ne de ezilen. Özgürce yaşamak arzu edilen.

Kıyar mı bir cana insanım diyen. Dünyada barış kardeşlik olsun.

            Bence budur yaşamanın mümkünü,  Birlik beraberlik dostluk kardeşlik.

            Temizler kalplerde nefreti kini, birlik beraberlik dostluk kardeşlik.           

Gayri Müslim akrabalara güzel muamele o derce vurgulanır ki anne babaya iyilikle birlikte farz derecesine yükselir. Esma binti Ebu Bekir (ra) anlatıyor:

           
"Annem bana Kureyş ile anlaşma yapıldığı zaman gelmişti. Annem o zaman müşrikti. Rasûlullah (sav)'e:

            -Ey Allah Resulü! Annem bana geldi. Kötü bir durumda (bakıma muhtaçtır). Anneme sıla yapayım mı (ona iyilik edeyim mi)?” diye sordum.  Buyurdu ki:

            "Evet, annene iyilik et."
 Buhari, 5/2410; Müslim,1003/50.

Hıristiyanlardan oluşan Necran heyeti, Rasûlullah (sav)'i görmek üzere Medine'ye geldiğinde, ikindi namazından sonra mescide girdiler. İbadet vakitleri geldiğinde bulundukları yerde ayin icra etmek üzere kalktılar. Sahabe onları engellemek isteyince Rasûlullah (sav):

            "Onlara dokunmayın" buyurdu.


           
Bunun üzerine Doğu'ya yönelerek ibadetlerini icra ettiler.   İbn Hişam. 1/ 574.

“O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” ( Al-i İmran su. 134)

             “...İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın cezası çetindir.”   Maide su.2.

“Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”    Hucurat su.10.

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir”    Teğabun su. 64/14.

 

Hz. Peygamber (sav) etrafında bulunan insanlara son derece hoşgörülü davranmış, sabırlı ve yapıcı bir tavır sergilemiştir. Bir gün Rasûlullah (sav), Ashabıyla Mescit'de otururken oraya bir bedevî geldi ve kalkıp Mescit'in bir köşesine küçük abdestini yapmağa başladı. Ashab-ı Kirâm öfkeyle bağrışarak adamı engellemek istediler. Fakat Rasülullah (sav), derhal Ashâbına müdahale ederek: “Adamı rahat bırakın, görsün işini!” buyurdu ve oraya bir kova su getirilip dökülmesini emretti. Sonra bedevîyi çağırıp burasının Mescit olduğunu, pisletmenin, kirletmenin doğru olmayacağını anlattı.    Buhârî, Vudû, 61; Müslim, Tahâret, 100.

Aile hayatında hoşgörü, hanımlara karşı iyi davranmak, çocuklara sevgi ve şefkatle yaklaşmak ve anne-babanın hukukuna riayet etmekle sağlanır. Bu konularda Hz. Peygamber model ve örnek şahsiyettir. O'nun eşlerine nasıl merhametle, iyilikle, sabırla, sevgiyle yaklaştığı bilinen bir husustur. Çocukları ve torunlarına karşı bir merhamet abidesi olan Hz. Peygamber sürekli olarak onlarla ilgilenmiş, sevgiyle ve yumuşaklıkla davranmıştır. O şöyle buyuruyor:

“Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen ve iyiliği emredip/teşvik edip kötülükten sakındırmayan/ uzaklaştırmayan bizden değildir.” Tirmizi, Birr.15.

 Dinde zorlama olmadığıyla ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde kim tâğutu inkâr edip Allah'a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır ki hiçbir zaman kopmaz. Allah işitir ve bilir.” (Bakara su. 256) Konuyla ilgili bir diğer ayet ise şu şekildedir:

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. Böyle iken sen mi, mümin olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?”    Yunus su.99.

 "Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı kullanacak değilsin."   Gaşiye Su, 21.

Hz. Muhammed (sav)’e Peygamberlik görevinin ilk verildiği dönemde Arabistan'da, özellikle de Mekke'nin toplumsal düzeninde, birçok sorunlar vardı. "Cahiliye dönemi" olarak adlandırılan İslamiyet’ten önceki bu zamanda, ırklar, dinler ve farklı düşünceden insanlar arasında çok şiddetli bir ayrım ve bu ayrımdan kaynaklanan huzursuzluklar, farklı dinlere mensup kavimler arasında hoşgörüsüz bir ortam, aşiret kavgaları, adaletsiz bir ekonomik düzen, yağmalamalar, zengin ve fakirler arasında çok büyük uçurumlar ve daha pek çok adaletsiz uygulamalar mevcuttu. Adalet sağlanamıyor, zayıf olanlar gücü ve parası olanlar tarafından olabildiğince eziliyor, insanlara ırkları, dinleri, dilleri ve yaşam tarzları yüzünden zulmediliyordu.        Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) böylesine cahil bir kavme doğruları anlatmak ve onları güzel ahlaka davet etmek için gönderilmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in tebliği ve güzel ahlakı tüm Arap Yarımadası’nda çok büyük bir etki uyandırmış ve onun döneminde insanlar akın akın İslam’ı kabul etmişlerdir. Kuran'da bildirilen adil hükümler, güzel ahlak, hoşgörü ve barış, sosyal hayata bir düzen ve huzur getirmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Hz. Muhammed (sav)'in, Yüce Allah’ın "...İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi, 58) ayeti gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın adaleti korumasıdır.

 

Hz. Peygamber herkesin hidayete erip hem bu dünyada hem de ahirette mutlu ve huzurlu olmasını arzu etmiştir. Kendisine düşman olanları örneğin Hz. Hamza’nın katili Vahşi’ye Müslüman olup kurtulması için defalarca çağrıda bulunmuştur. Bundan daha azılı birisi olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin hidayeti için de aynı gayreti gösterir ve sonuca ulaşır.

Taif’te uğradığı çirkin saldırıdan kurtulup taif dışında bir yerde yaralı bereli vücudu kanlar içinde dinlenirken Cebraili’in Taif’in altını üstüne getireceğini söylemesi üzerine o buna razı olmaz ve onların çocuklarından birisinin Müslüman olmasının bu zahmete değeceğini ifade eder. (Tecrid-i Sarih Terc, Ha.no: 1333).

 Uhud savaşında kendisini öldürmek isteyen müşriklerin helak edilmesinden endişe edince, “Allahım! Kavmimi bağışla; çünkü onlar bilmiyorlar.”diye dua eder. (Buhari Enbiya, 34; Muslim, cihad, 104, 105.)

Kur'an, insanlığın bir realitesi olan inanç farklılıklarını bir imtihan vesilesi olarak zikreder ve böyle bir durumda izlenmesi gereken tutumu şu şekilde açıklar:

"Her biriniz için bir yol belirledik. Allah isteseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiklerinde sizi sınamak istedi. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarış edin, hepinizin dönüşü Allah'adır" (5/48; 11/118-119).

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde orada çok sayıda Yahudi vardı ve toplam nüfusun takriben yarısını teşkil etmekteydi. İlk resmî işi onlarla bir antlaşma imzalamak oldu. Devlet, onların inançlarına saygı gösterecek ve kendilerini haksızlıktan koruyacaktı. Yahudiler de herhangi bir dış saldırı durumunda Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunacaklardı. Böylece Hz. Peygamber dinî hoşgörünün ilk tohumlarını bizzat atmış oldu.

Antlaşmanın bazı maddeleri: "Yahudilerden bize tabi olanlara yardım edilip iyi davranılacaktır.      Onlar hiçbir haksızlığa uğramayacak, düşmanlarına yardım edilmeyecektir" (17. md.).      "Yahudiler müminlerle birlikte tek bir toplulukturlar. Onlar kendi dinlerine, Müslümanlar da kendi dinlerine göre yaşayacaklardır" (25. md).

             "Müslümanlarla Yahudiler arasında yardımlaşma, karşılıklı hayırhahlık ve iyilik bulunacaktır"    (36. md) (Hamidullah, el-Vesaik, s. 61).

               Yahudiler bu anayasa ile Hz. Peygamber'i devlet başkanı olarak kabul etmişlerdi. Ayrıca Medine'ye karşı oluşacak bir dış tehdit ve saldırı karşısında Müslümanlarla birlikte şehri ortaklaşa savunacaklardı.

Medine anayasası tarafların din ve inanç hürriyetini, can ve mal emniyetini sağlıyordu.

   Nitekim onları, aralarında ortak olan bir kelimeye davet etmiş, namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'e yönelmiş; Müslümanların, Yahudiler tarafından kesilen hayvanları yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izin vermiştir.

               Hz. Peygamber Medine’de Yahudilerin eğitim-öğretim yeri olan Beytu’l-Midras’a dokunmamış, zaman zaman onları İslam’a davet etmiş, bazen de ölçüsüz davranışları nedeniyle onları uyarmıştır.

Yine Hz. Peygamber, müşriklerin girmesini yasakladığı mescide, Ehl-i kitab olan Yahudilerin girmesine izin vermiştir.              Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 339.

               Hz. Peygamber'in Yahudilere karşı izlediği olumlu tavırlar sonucu az sayıda da olsa bazı Yahudilerin Müslüman olduğunu bilmekteyiz. Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye, Esed b. Ubeyd, Muhayrık, Meymûn b. Yâmin gibi Yahudiler İslâm'ı kabul etmişlerdir.(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, I, 164, III, 353

Hz. Peygamber, İslâm devletiyle anlaşmalı tebaanın (zimmî) hakları konusunda son derece titiz davranmıştır.

Bu hususta Hz. Peygamber: “Kim bir zimmîyi incitirse, beni incitmiş olur. Beni inciten kimse de Allah'ı öfkelendirir.” buyurmuştur.

Yine Ebû Davud'dan nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber'in şöyle dediği nakledilmektedir:

               “Kıyamet günü, ben anlaşma yaptığımız zimmîlerden birine zulmeden, haklarına tecavüz eden, ona gücünden fazla sorumluluk yükleyen veya istemediği halde ona zorla bir iş yaptıran kimseyi kabul etmeyeceğim.”

"Bir gayr-i Müslim vatandaşı haksız yere öldüren, kokusu kırk yıllık mesafeden duyulduğu halde cennetin kokusunu duyamayacaktır"   Buhari, Cizye, 5.

“Kim insanlara zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara güçlük çıkarırsa, Allah da ona güçlük çıkarır.”   Ebu Davut, Kada (Abdiye) 31.

“Kıyamet günü en şiddetli azap görecek kimseler, dünyada insanlara en çok işkence edenlerdir.”    İbn Hanbel, IV,90.

Hz. Peygamber Müslüman olsun olmasın insanlar arasında bir ayrım da yapmamıştır. Örneğin bir defasında Medine’de Müslümanlarla birlikte otururken önlerinden geçen bir cenaze önünde ayağa kalkmıştır. Onun bu tutumu karşısında “Ey Allah’ın Rasulü! o ölen bir Müslüman değildi,”denilmesi üzere o da bir can taşımıyor muydu?” diyerek insanlar arasındaki en temel asgari müşterek olan insan olma niteliğinin önemini vurgulamıştır. Kaynaklar sözü edilen bu cenazenin Yahudi olduğunu, saygı için ayağa kalktığını ve bunu da ashabına tavsiye ettiğini belirtmektedir.     Buhârî, Cenâiz, 50; Ebû Dâvud, Cenâiz, 47.

Hayber Yahudileri Hz. Peygamber'e gelip ürünlerinin bazı Müslümanlar tarafından izinsiz şekilde alındığını şikâyet etmişler. Hz. Peygamber, derhal Müslümanları mescitte toplamış ve onlara kendileriyle antlaşma yapılanların mallarının haram olduğunu ve bu yaptıklarının doğru olmadığını ilan etmiştir.    Ebu Davud, Harac 33.

Ebu Hureyre (ra) naklediyor: Medine’de malını satan bir Yahudi’ye, hoşuna gitmeyen bir fiyat önerilince, “Musa’yı insanlık üzerine seçene yemin olsun ki, olmaz” dedi. Ensar’dan bir adam bunu duyunca, “Nebi aramızda iken sen nasıl “Musa’yı insanlık üzerine seçene yemin olsun, dersin” diyerek Yahudi’ye bir tokat attı. Yahudi Hz. Peygambere giderek “Ey Ebu’l-Kasım! Benim zimmetim ve ahdim (korunma garantim ve anlaşmam) varken falancaya ne oluyor da bana tokat atıyor” dedi. Allah Resulü (sav) adama, niçin vurduğunu sordu. O da olayı anlattı. Nebi (sav) kızgınlığı yüzünde belli olacak şekilde öfkelendi ve şöyle buyurdu:

“Allah’ın Peygamberleri arasında üstünlük yarışı yapmayınız.”  Buhari, Enbiya 36.

 

Ancak Yahudiler tüm bu olumlu ve ılımlı yaklaşımlara rağmen antlaşmalara sadık kalmayarak müşriklerle işbirliği yapmışlar ve Müslümanları arkadan vurmaya çalışmışlardır.

   Örneğin, Kaynuka ve Nadir oğulları anlaşmayı ihlal edip kışkırtıcı ve saldırgan bir yol izledikleri için Medine’den sürülmüşlerdir. Kurayza oğulları ise Hendek savaşının en kritik anında anlaşmaya aykırı olarak düşmanla işbirliği yaptıkları ve Müslümanları çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya bıraktıkları için cezalandırılmışlardır.

 

Hz. Peygamber'in ehl-i kitaptan komşuları vardı. Onlara iyi davranır, hediyeler verir ve hediyelerini kabul ederdi. Habeşistan'dan gelen Hıristiyan elçileri mescidinde ağırlamış ve onlara bizzat hizmet etmiştir.

Peygamberimiz, İslam davetini engellemeyen ve genel kurallara uyan herkesle iyi ilişkiler içinde olmuş ve hiçbir zaman diğer din mensuplarının dinlerine müdahale etmemiştir. Ehl-i Kitabı (Yahudi ve Hıristiyanları) toplumun birer ferdi olarak kabul etmiştir. Onların düğün yemeklerine katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna ilişkin rivayetler bulunmaktadır.

Bir Müslüman Ehl-i Kitap bir kadınla evlendikten sonra kadının kendi dinini serbestçe yaşayabileceği ve ona herhangi bir baskı yapılamayacağı ifade edilmiştir.

 

“Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı. Haset ve kin beslemek. İşte bunlar kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum. Aksine dini kökünden kazıyıp yok eder.”  Tirmizi, Sıfatul’Kıyame, 56.

 

                 Not: 2015 Yılı  “Kutlu Doğum Haftası” nın teması olan “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” konusunda bir yazı kaleme almağa çalıştım. Kutlu Doğum Haftasında sohbet/ vaaz yapacak Din Görevlilerine faydalı olacaksa kendimi mutlu hissedeceğim.

                 2015 Yılı Kutlu Doğum Haftası tüm Müslümanlara Kutlu Olsun.

Derleyen:  Kemalettin AKSOY

Bayburt İl Müftüsü

 

Kaynakça: Prof. Dr. Musa BAĞCI.