İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Tarih
öncesinden beri insanlar beraber yaşamak zorundadırlar. Bu zorunluluk
dayanışmayı, yardımlaşmayı, inançlara saygı duymayı, başkasına karşı hoşgörülü
olmayı gerektirir.. İnsanoğlu bütün ihtiyaçlarını, bütün
meselelerini tek başına halledemez. Diğer insanlarla iletişim kurmak, alışveriş
ve işbirliği yapmak zorundadır.
Bugün sadece ülkemiz değil bütün
dünya iki büyük problem ile karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi, insanlığın
geleceğini tehdit eden açlık, fakirlik, işsizlik, fırsat eşitsizliği, ahlaki
çöküntü, inançsızlık, zulüm, yetersiz sağlık sorunları, eğitim ve hukuk
alanındaki sorunlar, baskıcı yönetimler, tarihi ve kültürel değerlerin yok
edilmesi ve benzeri problemler.. En az bunlar kadar önemli olan ve bunlarla
yakından ilişkili olan başka bir problem ise insanlar arasındaki diyalog,
hoşgörü ve tolerans eksikliği, farklılıklarına karşı tahammülsüzlük ve farklı
inanç ve kültürle barış içinde bir arada yaşama konusunda yaşanan
problemler.
Herkesin fikirlerini ifade etmesine
imkân sağlamak birlikte yaşamanın temel şartıdır. Ailede, okulda, mahallede,
arkadaşlar arsında ve her toplumda, birlikte yaşama açısından
farklılıklara
saygı, başkalarının fikirlerini ifade etmelerine fırsat
tanıma, diyalog ve etkili
iletişimin önemli rolü vardır.
Eğitim
de karşılıklı ön yargıların törpülenmesine
katkı yapar.
İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri sürece
birlikte yaşama çabalarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması mümkün olmaz.
Birlikte yaşamanın sağlıklı olabilmesi için kültürel alanda kişilerin kendi
dilleri, dinleri, kendi kültürleri ile toplumda var olmalarının önündeki çok
yönlü engellerin kaldırılması, her alanda ayrımcılığa son verilmesi
gerekir.
Hepimizin bildiği gibi Kur’an
farklılıkların doğallığını kabul eder ve hatta dillerin ve renklerin farklı
olmasının Allah’ın varlığının delillerinden olduğunu ifade eder: “O’nun
kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin
farklı olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum 30/22)
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de “Rabbin dileseydi insanları elbette tek bir
ümmet yapardı.” (Hûd su.118) buyurularak insanların farklılıklarının ilahi
hikmetin ve sınavın bir parçası olduğu vurgulanmaktadır.
Hucûrât suresinin 13. ayeti de bize bu konuda çok önemli bir ölçüt
getirmektedir: “Ey
insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye
sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O’na
itaatsizlikten en fazla sakınanızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Hucûrât su,
49/13.
İnsanlar farklı dil, din,
cins, ırk, kabile, sosyal ve kültürel gruplar halinde yaşarlar. İçinde
yaşadığımız coğrafya, önceki nesillerden devraldığımız kültür ve gelenek,
mensubu olduğumuz inanç ve görüşler de bizim varlık ve kimlik dünyamızın adeta
ayrılmaz parçalarıdır. İnsanlar bu farklara bağlı olarak farklı kimlik sahibi
olur, bu kimlikle tanınır ve tanışır. Ayrıca her biri kendi farklılığını,
özelliğini bir gurur, değer ve övünç vesilesi yapar. Ancak bu ayet, farklı
yaratılmanın ‘kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma’ fonksiyon ve
hikmetini onaylarken; farklı sosyal ve etnik gruplara mensup olmanın üstünlük
vesilesi olarak kullanılmasını reddeder. İnsanın şeref ve değerini, kendi
iradesi ile elde etmediği aidiyetlere değil; kendi irade ve çabasıyla elde
ettiği değerlere bağlar.
İnsanların farklılıkları hakkında
Kur’an’ın çizdiği bu çerçeveden sonra ifade edilmelidir ki, insanların birlikte
yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir ve bu aynı zamanda psikolojik
olduğu kadar, sosyal ve iktisadî bir gereklilikten de kaynaklanmaktadır.
Fertlerin huzur ve güven ortamında bir arada yaşayabilmesinin ön şartı da
bireyler arasındaki sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik
bilincinin oluşmasıdır.
Toplumda birlikte yaşama bilincinin oluşabilmesi için, öncelikle
fertlerin birbirlerine karşı iyi niyet ve samimiyet taşıması, insan olarak
birbirine saygı duyması, bencillik ve bireysel çıkarcılığın insanı yiyip bitiren
girdabından kurtulup paylaşmanın manevi hazzına ermesi gerekir. Bireylerin,
görev ve sorumluluklarını yerine getirmede ihmalkâr ve sorumsuz davranışlar
sergilemesi halinde, sonuç hem toplum hem de fert için acı
olmaktadır.
Bir toplumda sorumluluğun
yerini, sorumsuzluk, vicdanın yerini acımasızlık, diğerkâmlığın yerini
bencillik, paylaşmanın ve dayanışmanın yerini cimrilik ve vurdumduymazlık
alırsa, kişilerin en yakınlarına dahi itimat edemeyeceği derecede güven bunalımı
yaşanırsa, orada toplumsal yapı çöküntüye uğramış demektir. (Prof. Dr. Ali
Bardakoğlu)
Hoşgörü, değişik özelliklere sahip insanların bir arada,
birbirlerinin farklılıklarına saygı duyarak barış ve kardeşlik içerisinde yaşama
becerisi kazanmalarına katkıda bulunur.
Hoşgörü kültürü, insanın kendi inancını yaşamasını ve başkalarının da
kendine ait inançlarını yaşamasını kabul etmeyi gerektirir.
“Hoş gör ki, hoş görülesin”
İbn Hanbel, I.249.
Çocuklar çiçektir, çiçek solmasın. Analar melektir, hiç
ağlamasın.
Dilerim savaşlar artık olmasın. Dünyada barış kardeşlik
olsun.
El ele verelim, birlik olalım, Dünyada birlik kardeşlik
olsun.
Zulüme birlikte karşı koyalım. Dünyada birlik kardeşlik
olsun.
Gönlümüze dolsun aşk ile sevgi, Bulunmaz insanın dünyada
dengi.
Kendi nefsimizle yapalım cengi. Dünyada barış kardeşlik
olsun.
Milletler arasında birlikte yaşama ve işbirliği bütün insanlığın
ihtiyaç duyduğu bir konudur. İlgili ayet-i kerimelerden birinde Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Allah,
sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları
sever."
Mümtehine,su.8.
“İnsanlara
merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez”
Müslim, Fedail, 66.
Ne ezen olsun ne de ezilen. Özgürce yaşamak arzu
edilen.
Kıyar mı bir cana insanım diyen. Dünyada
barış kardeşlik olsun.
Bence budur yaşamanın mümkünü, Birlik beraberlik dostluk
kardeşlik.
Temizler kalplerde nefreti kini, birlik beraberlik dostluk
kardeşlik.
Gayri Müslim akrabalara güzel muamele o derce vurgulanır ki anne
babaya iyilikle birlikte farz derecesine yükselir. Esma binti Ebu Bekir (ra)
anlatıyor:
"Annem bana Kureyş ile anlaşma yapıldığı zaman gelmişti. Annem o
zaman müşrikti. Rasûlullah (sav)'e:
-Ey Allah Resulü! Annem bana geldi. Kötü bir durumda (bakıma muhtaçtır).
Anneme sıla yapayım mı (ona iyilik edeyim mi)?” diye sordum. Buyurdu ki:
"Evet, annene iyilik et."
Buhari, 5/2410;
Müslim,1003/50.
Hıristiyanlardan oluşan Necran heyeti, Rasûlullah (sav)'i görmek
üzere Medine'ye geldiğinde, ikindi namazından sonra mescide girdiler. İbadet
vakitleri geldiğinde bulundukları yerde ayin icra etmek üzere kalktılar. Sahabe
onları engellemek isteyince Rasûlullah (sav):
"Onlara dokunmayın"
buyurdu.
Bunun
üzerine Doğu'ya yönelerek ibadetlerini icra ettiler. İbn Hişam. 1/ 574.
“O
takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini
yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları
sever.”
( Al-i İmran su. 134)
“...İyilik ve takva üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü
Allah'ın cezası çetindir.” Maide
su.2.
“Mü'minler
ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki
esirgenesiniz.” Hucurat su.10.
“Ey
iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır.
Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve
bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” Teğabun su. 64/14.
Hz.
Peygamber (sav) etrafında bulunan insanlara son derece hoşgörülü davranmış,
sabırlı ve yapıcı bir tavır sergilemiştir. Bir gün Rasûlullah (sav), Ashabıyla
Mescit'de otururken oraya bir bedevî geldi ve kalkıp Mescit'in bir köşesine
küçük abdestini yapmağa başladı. Ashab-ı Kirâm öfkeyle bağrışarak adamı
engellemek istediler. Fakat Rasülullah (sav), derhal Ashâbına müdahale ederek:
“Adamı rahat bırakın, görsün işini!”
buyurdu ve oraya bir kova su getirilip dökülmesini emretti. Sonra bedevîyi
çağırıp burasının Mescit olduğunu, pisletmenin, kirletmenin doğru olmayacağını
anlattı. Buhârî, Vudû, 61; Müslim,
Tahâret, 100.
Aile hayatında hoşgörü, hanımlara karşı iyi davranmak, çocuklara
sevgi ve şefkatle yaklaşmak ve anne-babanın hukukuna riayet etmekle sağlanır. Bu
konularda Hz. Peygamber model ve örnek şahsiyettir. O'nun eşlerine nasıl
merhametle, iyilikle, sabırla, sevgiyle yaklaştığı bilinen bir husustur.
Çocukları ve torunlarına karşı bir merhamet abidesi olan Hz. Peygamber sürekli
olarak onlarla ilgilenmiş, sevgiyle ve yumuşaklıkla davranmıştır. O şöyle
buyuruyor:
“Küçüğümüze
merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen ve iyiliği emredip/teşvik edip
kötülükten sakındırmayan/ uzaklaştırmayan bizden değildir.”
Tirmizi, Birr.15.
Dinde zorlama olmadığıyla
ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü
doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. O halde kim tâğutu inkâr edip Allah'a
inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır ki hiçbir zaman kopmaz. Allah işitir ve
bilir.” (Bakara su. 256) Konuyla ilgili bir diğer ayet ise şu şekildedir:
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman
ederlerdi. Böyle iken sen mi, mümin olsunlar diye, insanları
zorlayacaksın?” Yunus su.99.
"Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca
bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı kullanacak
değilsin." Gaşiye Su, 21.
Hz.
Muhammed (sav)’e Peygamberlik görevinin ilk verildiği dönemde Arabistan'da,
özellikle de Mekke'nin toplumsal düzeninde, birçok sorunlar vardı. "Cahiliye dönemi" olarak adlandırılan
İslamiyet’ten önceki bu zamanda, ırklar, dinler ve farklı düşünceden insanlar
arasında çok şiddetli bir ayrım ve bu ayrımdan kaynaklanan huzursuzluklar,
farklı dinlere mensup kavimler arasında hoşgörüsüz bir ortam, aşiret kavgaları,
adaletsiz bir ekonomik düzen, yağmalamalar, zengin ve fakirler arasında çok
büyük uçurumlar ve daha pek çok adaletsiz uygulamalar mevcuttu. Adalet
sağlanamıyor, zayıf olanlar gücü ve parası olanlar tarafından olabildiğince
eziliyor, insanlara ırkları, dinleri, dilleri ve yaşam tarzları yüzünden
zulmediliyordu. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) böylesine
cahil bir kavme doğruları anlatmak ve onları güzel ahlaka davet etmek için
gönderilmiştir. Hz. Muhammed (sav)'in tebliği ve güzel ahlakı tüm Arap
Yarımadası’nda çok büyük bir etki uyandırmış ve onun döneminde insanlar akın
akın İslam’ı kabul etmişlerdir. Kuran'da bildirilen adil hükümler, güzel ahlak,
hoşgörü ve barış, sosyal hayata bir düzen ve huzur getirmiştir. Bunun en önemli
sebeplerinden biri de Hz. Muhammed (sav)'in, Yüce Allah’ın "...İnsanlar
arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor..." (Nisa Suresi,
58) ayeti gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın adaleti
korumasıdır.
Hz. Peygamber herkesin hidayete erip hem bu dünyada hem de ahirette
mutlu ve huzurlu olmasını arzu etmiştir. Kendisine düşman olanları örneğin Hz.
Hamza’nın katili Vahşi’ye Müslüman olup kurtulması için defalarca çağrıda
bulunmuştur. Bundan daha azılı birisi olan Ebu Cehil’in oğlu İkrime’nin hidayeti
için de aynı gayreti gösterir ve sonuca ulaşır.
Taif’te uğradığı çirkin saldırıdan kurtulup taif dışında bir yerde
yaralı bereli vücudu kanlar içinde dinlenirken Cebraili’in Taif’in altını üstüne
getireceğini söylemesi üzerine o buna razı olmaz ve onların çocuklarından
birisinin Müslüman olmasının bu zahmete değeceğini ifade eder. (Tecrid-i Sarih
Terc, Ha.no: 1333).
Uhud savaşında kendisini öldürmek isteyen
müşriklerin helak edilmesinden endişe edince, “Allahım! Kavmimi bağışla; çünkü onlar
bilmiyorlar.”diye dua eder. (Buhari Enbiya, 34; Muslim, cihad, 104,
105.)
Kur'an,
insanlığın bir realitesi olan inanç farklılıklarını bir imtihan vesilesi olarak
zikreder ve böyle bir durumda izlenmesi gereken tutumu şu şekilde açıklar:
"Her biriniz için bir yol belirledik. Allah
isteseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiklerinde sizi
sınamak istedi. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarış edin, hepinizin
dönüşü Allah'adır" (5/48; 11/118-119).
Hz.
Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde orada çok sayıda Yahudi vardı ve toplam
nüfusun takriben yarısını teşkil etmekteydi. İlk resmî işi onlarla bir antlaşma
imzalamak oldu. Devlet, onların inançlarına saygı gösterecek ve kendilerini
haksızlıktan koruyacaktı. Yahudiler de herhangi bir dış saldırı durumunda
Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunacaklardı. Böylece Hz. Peygamber dinî
hoşgörünün ilk tohumlarını bizzat atmış oldu.
Antlaşmanın bazı maddeleri: "Yahudilerden bize tabi olanlara yardım
edilip iyi davranılacaktır. Onlar hiçbir haksızlığa uğramayacak,
düşmanlarına yardım edilmeyecektir" (17. md.). "Yahudiler müminlerle birlikte tek bir
toplulukturlar. Onlar kendi dinlerine, Müslümanlar da kendi dinlerine göre
yaşayacaklardır" (25. md).
"Müslümanlarla Yahudiler arasında
yardımlaşma, karşılıklı hayırhahlık ve iyilik bulunacaktır" (36. md) (Hamidullah, el-Vesaik, s. 61).
Yahudiler bu anayasa ile Hz.
Peygamber'i devlet başkanı olarak kabul etmişlerdi. Ayrıca Medine'ye karşı
oluşacak bir dış tehdit ve saldırı karşısında Müslümanlarla birlikte şehri
ortaklaşa savunacaklardı.
Medine
anayasası tarafların din ve inanç hürriyetini, can ve mal emniyetini sağlıyordu.
Nitekim onları, aralarında ortak olan bir kelimeye davet etmiş,
namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdis'e yönelmiş; Müslümanların,
Yahudiler tarafından kesilen hayvanları yemelerine ve iffetli kadınlarıyla
evlenmelerine izin vermiştir.
Hz. Peygamber Medine’de
Yahudilerin eğitim-öğretim yeri olan Beytu’l-Midras’a dokunmamış, zaman zaman
onları İslam’a davet etmiş, bazen de ölçüsüz davranışları nedeniyle onları
uyarmıştır.
Yine
Hz. Peygamber, müşriklerin girmesini yasakladığı mescide, Ehl-i kitab olan
Yahudilerin girmesine izin vermiştir. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,
339.
Hz. Peygamber'in Yahudilere karşı
izlediği olumlu tavırlar sonucu az sayıda da olsa bazı Yahudilerin Müslüman
olduğunu bilmekteyiz. Abdullah b. Selâm, Sa'lebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye, Esed
b. Ubeyd, Muhayrık, Meymûn b. Yâmin gibi Yahudiler İslâm'ı kabul
etmişlerdir.(İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kübrâ, I, 164, III, 353
Hz.
Peygamber, İslâm devletiyle anlaşmalı tebaanın (zimmî) hakları konusunda son
derece titiz davranmıştır.
Bu
hususta Hz. Peygamber: “Kim bir zimmîyi
incitirse, beni incitmiş olur. Beni inciten kimse de Allah'ı öfkelendirir.”
buyurmuştur.
Yine
Ebû Davud'dan nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber'in şöyle dediği
nakledilmektedir:
“Kıyamet günü,
ben anlaşma yaptığımız zimmîlerden birine zulmeden, haklarına tecavüz eden, ona
gücünden fazla sorumluluk yükleyen veya istemediği halde ona zorla bir iş
yaptıran kimseyi kabul etmeyeceğim.”
"Bir
gayr-i Müslim vatandaşı haksız yere öldüren, kokusu kırk yıllık mesafeden
duyulduğu halde cennetin kokusunu duyamayacaktır" Buhari, Cizye, 5.
“Kim
insanlara zarar verirse Allah da ona zarar verir. Kim insanlara güçlük
çıkarırsa, Allah da ona güçlük çıkarır.”
Ebu
Davut, Kada (Abdiye) 31.
“Kıyamet
günü en şiddetli azap görecek kimseler, dünyada insanlara en çok işkence
edenlerdir.” İbn
Hanbel, IV,90.
Hz.
Peygamber Müslüman olsun olmasın insanlar arasında bir ayrım da yapmamıştır.
Örneğin bir defasında Medine’de Müslümanlarla birlikte otururken önlerinden
geçen bir cenaze önünde ayağa kalkmıştır. Onun bu tutumu karşısında “Ey Allah’ın
Rasulü! o ölen bir Müslüman değildi,”denilmesi üzere “o da bir can taşımıyor muydu?”
diyerek insanlar arasındaki en temel asgari müşterek olan insan olma niteliğinin
önemini vurgulamıştır. Kaynaklar sözü edilen bu cenazenin Yahudi olduğunu, saygı
için ayağa kalktığını ve bunu da ashabına tavsiye ettiğini belirtmektedir. Buhârî, Cenâiz, 50; Ebû Dâvud, Cenâiz,
47.
Hayber
Yahudileri Hz. Peygamber'e gelip ürünlerinin bazı Müslümanlar tarafından izinsiz
şekilde alındığını şikâyet etmişler. Hz. Peygamber, derhal Müslümanları mescitte
toplamış ve onlara kendileriyle antlaşma yapılanların mallarının haram olduğunu
ve bu yaptıklarının doğru olmadığını ilan etmiştir. Ebu Davud, Harac 33.
Ebu Hureyre (ra) naklediyor: Medine’de malını satan bir Yahudi’ye,
hoşuna gitmeyen bir fiyat önerilince, “Musa’yı insanlık üzerine seçene yemin
olsun ki, olmaz” dedi. Ensar’dan bir adam bunu duyunca, “Nebi aramızda iken sen nasıl “Musa’yı
insanlık üzerine seçene yemin olsun, dersin” diyerek Yahudi’ye bir tokat
attı. Yahudi Hz. Peygambere giderek “Ey
Ebu’l-Kasım! Benim zimmetim ve ahdim (korunma garantim ve anlaşmam) varken
falancaya ne oluyor da bana tokat atıyor” dedi. Allah Resulü (sav) adama,
niçin vurduğunu sordu. O da olayı anlattı. Nebi (sav) kızgınlığı yüzünde belli
olacak şekilde öfkelendi ve şöyle buyurdu:
“Allah’ın
Peygamberleri arasında üstünlük yarışı yapmayınız.” Buhari, Enbiya 36.
Ancak
Yahudiler tüm bu olumlu ve ılımlı yaklaşımlara rağmen antlaşmalara sadık
kalmayarak müşriklerle işbirliği yapmışlar ve Müslümanları arkadan vurmaya
çalışmışlardır.
Örneğin, Kaynuka ve Nadir oğulları anlaşmayı ihlal edip kışkırtıcı ve
saldırgan bir yol izledikleri için Medine’den sürülmüşlerdir. Kurayza oğulları
ise Hendek savaşının en kritik anında anlaşmaya aykırı olarak düşmanla işbirliği
yaptıkları ve Müslümanları çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya bıraktıkları
için cezalandırılmışlardır.
Hz.
Peygamber'in ehl-i kitaptan komşuları vardı. Onlara iyi davranır, hediyeler
verir ve hediyelerini kabul ederdi. Habeşistan'dan gelen Hıristiyan elçileri
mescidinde ağırlamış ve onlara bizzat hizmet etmiştir.
Peygamberimiz, İslam davetini engellemeyen ve genel kurallara uyan
herkesle iyi ilişkiler içinde olmuş ve hiçbir zaman diğer din mensuplarının
dinlerine müdahale etmemiştir. Ehl-i Kitabı (Yahudi ve Hıristiyanları) toplumun
birer ferdi olarak kabul etmiştir. Onların düğün yemeklerine katıldığına,
hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna ilişkin rivayetler
bulunmaktadır.
Bir Müslüman Ehl-i Kitap bir kadınla evlendikten sonra kadının
kendi dinini serbestçe yaşayabileceği ve ona herhangi bir baskı yapılamayacağı
ifade edilmiştir.
“Geçmiş
toplumların hastalığı size de bulaştı. Haset ve kin beslemek. İşte bunlar kökten
yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum. Aksine dini kökünden kazıyıp yok eder.”
Tirmizi,
Sıfatul’Kıyame, 56.
Not: 2015
Yılı “Kutlu Doğum Haftası” nın teması olan
“Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama
Ahlakı” konusunda bir yazı kaleme almağa çalıştım. Kutlu Doğum Haftasında
sohbet/ vaaz yapacak Din Görevlilerine faydalı olacaksa kendimi mutlu
hissedeceğim.
2015 Yılı
Kutlu Doğum Haftası tüm Müslümanlara Kutlu Olsun.
Derleyen: Kemalettin
AKSOY
Bayburt İl Müftüsü
Kaynakça: Prof. Dr. Musa BAĞCI.